Çadırdan tandır başına

Türklerde var olan ve “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış” cümlesi ile tarihe kazınan gök kubbe ile örtülü dünya anlayışı, çadıra olan bakış açısına da yansımıştır. Bu noktada gök kubbe altında devlet düzeni, çadır kubbesi altında ise aile düzeni yer almış; gök kubbe devletin, çadır ise ailenin birer örtüsü olarak düşünülmüştür. Gök kubbe dünyanın, Çadır ailenin, Börk ise insanın koruyucusudur.

 

Türkler çadır kubbesindeki deliği göğün kapısı olarak kutsallaştırmışlardır. Türklerde göğün direği, evrenin merkezi anlayışı vardır. “Göğün göbeği yerde, yerin göbeği göktedir.’’ Göğün direği olarak “demir kazık” veya “altın kazık” dedikleri kutup yıldızını düşünmüşlerdir. Anlayışa göre kutup yıldızı gök ile yeri, ruh âlemi ile madde dünyasını ve insan ile tanrıyı birbirinden ayıran bir kapı, bir sınırdır. Bu anlayışın bir devamı olarak çadırın direği de tıpkı göğün direği gibidir. Çadırda verilen söz yemin sayılır. Çadır bir ayin merkezidir. Dadlof isimli Avrupalı gezgin Çadır hakkında şöyle diyor:

 

 ‘’Altay Türklerinde Kam (şaman, baksı, oyun) sadece göğün en büyük ruhu olan ‘’Ülgen’e kurban sunmak için göğe çıkar. Bu seyahat üç gün sürer. Merasim yeri tenha bir ormanda kurulan Çadırdan ibarettir. Kam evvela sürüden kurbanlık bir at seçer. Hayvanı kesmeden önce göğün 9.cu katına çıkarak kurbanı gökteki10 büyük ruhun(Ülgen) tasvibine sunar. Kurban beğenilirse hemen o akşam kesilir. Ertesi gün ayine devam edilir. Bu sefer de Kam yardımcı ruhları çağırarak davulun içine topladıktan sonra, göğe seyahate çıkar. Bu yolculuk esnasında şahit olduğu bir takım garip hadiseleri çadırda bulunanlara anlatır.’’

 

Gelelim Tandır evlerine: Yaylak ve kışlaklar arasında yüzyıllarca yaşamış bir toplumun, yerleşik hayata taşıdığı en önemli kültürün ‘’Tandır Evleri’’ olduğu şüphesizdir. Çadır artık taş, ahşap ve toprakla inşa edilmiştir. Ve artık Tandır evi hayatın merkezidir. Mavi gök kubbe altında, asırlarca koyun sağıp, yün eğirerek, yemek pişirerek, kap kaçak yıkayarak ömür sürmüş olan yayla kadını, işte bu tandır evinde yine benzeri işleri yaparken yine üstünde bu gök kubbe vardır. Yedi kat, dokuz kat gök fikri, Erzurum tandır evlerinin kubbelerine de yansımıştır. Karlanguş (kırlangıç) tekniği ile yapılan bu örtü aynen çadırı anlatmaktadır.

 

Evlilik, düğün merasimleri, bu tandır evlerinin sal taşlarla döşenmiş sahanlığında yapılır. Çalgıcılar tandır başı dediğimiz yere çıkar oradan çalarlar. Kadın kadına yapılan bu düğünlerde çalgıcılar perde arkasındadır.

 

Hayat bu,Tandır sekilerine serili ölüm döşeklerinde son demlerini yaşayan ihtiyarlar dokuz katlı Kırlangıç kubbesinden gelen ışıkla aydınlanan tandır başında, mavi gökyüzüne bakarak son nefesini verir. Cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, tabut, teneşir hep bu mekânda olur. Artık Ayin merkezi olan çadır yerini Tandır evine bırakmıştır.

 

Uzun kış gecelerinde, köy odalarında Tandır evlerinde, toplanan bayanların ve genç kızların bir taraftan kavurga veya mısır patlatmak, bir taraftan, türkü, mani söylemek, bilmece (mesel) satmak ve hikâye anlatmak yanında, birçok halkoyunu da çıkarmışlardır. (Oyun çıkarmak bir deyimdir). Bazen de tırhıç aralarından, bacalardan, yani uzaktan izledikleri erkekleri de taklit ederek kendilerine uygun oyunlar ortaya çıkarmışlardır. (Kız Tamzarası, Temirağa gibi…)

 

 

Çift beyaz güvecin olsam, Çadırın başına konsam, isimli Erzurum Kadın barında, Erzurumlu kadın, sevgilisine kavuşmak için, saf ve temizliği ile kutsanan beyaz güvercinlerden mi yârdim istiyor? Tanrıya niyazını böyle mi anlatıyor? Oynarken güvercinin kanat çırpmasını, öne doğru eğilip kalkarak su içmesini taklit ederken, el ve kollarla da oldukça hoş bir görüntü meydana çıkarıyor. ‘’Gel gel karanfilli gelin’’ diyerek, genç bir gelinin yürümesinin nasıl olacağını, böylece kadının zarafet ve inceliğini de gözler önüne seriyor. Acaba, ‘’ayin merkezi’’ olan çadırla tanrı arasında böyle bir bağ mı kuruyor?

 

Çift Beyaz Güvercin Olsam
Çadırın Başına Konsam
Güzellere Yoldaş Olsam
Çirkinlere Tuzak kursam

Gel Gel Karanfilli Gelin
Eli Deste Güllü Gelin
Beli İpek Şallı Gelin
Gelinlerin Şahı Gelin

Karanfil Buldum Derede
Sordum Evleri Nerede
Ha Burada Ha Şurada
Ha Şurada Ha Burada

Gel Gel Karanfilli Gelin
Eli Deste Güllü Gelin
Beli İpek Şallı Gelin
Gelinlerin Şahı Gelin

 

 Aşşahtan gelirem barı: Halk oyunlarımızda genellikle insan-tabiat, insan-hayvan, toplumsal ilişkiler ve üretim ilişkilerinin de konu edildiği de görülmektedir. Yine sebze, çiçek, ağaç ve meyve adlarından benzetmeler halk oyunlarımızda da sıkça kullanılmaktadır. Erzurum kadın barlarında buna en iyi örnek, ‘’Aşşahtan gelirem ‘’ barıdır.

 

Aşşahdan gelirem yüküm eriktir
Eriğin dalları delik deşiktır
Bir emmim kızı var teze feriktir

Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Üç günden ne çıkar beş gün ara ver
Al benim selamım götür yara ver.

Aşşahdan gelirem yüküm üzümdür
Üzümün dalları düzüm düzümdür
Bir emmim gızı var iki gözümdür

Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Üç günden ne çıkar beş gün ara ver
Gel al bu sevdayı, götür yara ver.

 

Oyunun birinci bölümünde serçe parmaktan tutularak, sırtında sepet varmış gibi öne doğru eğilip kalkarak yürünür. İkinci bölümde ise zıplayarak ayaklar çapraz yapılırken, eller yukarıda çepik yapar, sonra dairesel bir hareketle bele konur. Böylece hasadın sevinci anlatılır.

 

‘’Nereden gelirsen?’’ diye soran olmadan ‘’Aşşahtan gelirem ‘’ deniyorsa bunun altından hayırlı bir iş vardır. Çünkü tarla, çayır, bağ, bostan hep aşağıdadır. Demek ki artık hasat mevsimidir. Başarılı geçen hasadın ardından evlenmek, düğün dernek yapmak gerekir. Ah bir de şu ölüm de olmasaydı. Üç günlük ömür çok az, hiç olmazsa beş gün olsaydı. Ey ecel, benim canımı alacağına, al bendeki bu sevdayı, götür yâre ver.

 

Atın üstünde Eğer (çembere bastım), Çarşıda Üzüm Kara, Çift Beyaz Güvercin, gibi barların çok eski yıllara dayandığı belki de ta orta Asya’dan geldiği ve kökeninin “Bar ayini” olduğunu söyleyenler vardır. ve Sosyal yaşantımızın halkoyunlarımıza yansımasıdır.

 

Erzurum erkek barlarındaki Tavuk barının karşılığı, kadın barlarında Ağca Ferikler barıdır. Ferik, tavuk türünün yörede olgunlaşmamış ve henüz yumurtlamaya başlamamış genç dişilerine de verilen addır. Bu barda ‘ağca ferik’ diye hitap edilen genç kızlar, yaşlı kadınların tarlaya gidişini, hamur yapışını, ekmeği açışını, delikanlıların tarla biçmesini canlandırırlar. Sözlü kadın bar oyunlarımızdan olan bu barın sözleri şöyledir:

 

Ağca ferikler, ince ferikler

Toplanın kızlar toplanın,

Dizilin kızlar dizilin

Ağca ferikler, ince ferikler

Koca garılar tarlaya nasıl giderler?

Ha bele bele, ha bele, bele giderler.

 

Ağca Feriklerin (Genç kızların) orada bulunan koca karıları taklit etmesini, koca karılar mutlaka kahkahalarla karşılamış olmalılar.

 

Erzurum halk oyunlarında KAVAK AĞACI:

Türk dünyasında ağaç kültü, hayatı, ölümsüzlüğü, varlığı, gençliği, üç katmandan oluşan âlemi (yer altı, yer üstü, gökyüzü) birbirine bağlamayı ifade etmektedir.

 

Ağaçlar içinde Kavak ağacının yerle göğü birbirine bağlamasıyla ilgili inanışlar hayli fazladır. Orta Asya Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Yer ve gök arasında bir köprüdür ve onun için kutsaldır. Bundan dolayı ‘’Hayat Ağacı’’ olarak da karşımıza çıkmaktadır. Eski Türklerde önemli kararların kavak ağacı altında alındığı biliniyor. Kavak, çocuk olması için Tanrı’dan dilek dilenen kutlu mekân sembolüdür.

 

Erzurumlu genç kız:

‘’Ben bir kavak yol üstünde biterem,

Gelen geçenlere gölge ederem’’ diyen kavak ağacına,

 

‘’ Irgalanma kavak seni budaram .

Budar budar odun eder sataram veya (yakaram) ‘’ diye cevap veriyor.

 

Kavak ağacının yol üstünde bitmesi, gelen geçenlere yol göstermesi ve yardım etmesinin kökeninde mutlaka bu ‘’kutsal kavak ağacı’’ hikâyesi vardır. Erzurumlu genç kız bir anlamda ‘’Böbürlenme kavak senden büyük Tanrı var’’ diyor. Ellerini yukarı kaldırarak iki yana sallamasıyla, kavak ağacının rüzgârda hafif hafif iki yana hareket etmesini aynı zamanda tanrıya niyazını da taklit ediyor.

 

Kavakla ilgili olarak ‘’Loy loy kavak uzanır gider’’ isimli Erzurum kadın barını da bu anlamda yorumlamak gerekir.

 

Loy loy, loy loy Kavak Uzanır Gider
Loy loy, loy oy Dalı (Da) Bezenir Gider

Loy loy, loy loy Gönül Çekmeyen Kızın
Loy loy, loy loy Ömrü de uzanır Gider

Bu Derenin Kavağı
Güneş Almış Konağı
Bugün Ben Yâri Gördüm
Elma Gibi Yanağı

 

Kadın barlarının birçoğunun, Erzurum’un ilçesi olan Tortumdan şehir merkezine geldiğini büyüklerimiz sık sık söylerlerdi. Tortum ilçemizi yakından tanıyınca bunun çok doğru olabileceği kanaatine vardım. Eskiden, Uzun kavak, kara üzüm, köme, erik, tut, pestil vb. hep Tortumdan gelirmiş.

 

Evliya Çelebi Tortum için şöyle diyor: ‘’Her evinde bağ ve bahçesi çoktur. Havasının güzelliğinden meyve ve yemişi bol olur. Üzümü, armudu, renkli şeftalisi meşhurdur. Şehir Erzurum’a iki konak olduğundan tüccar taifesi meyvelerini sandıklarla Erzurum’a taşırlar. Tortum şehri İrem bağlarına benzer süslü bir şehirdir. Halkı garip dostu, halim selim kimselerdir.’’ (Tahsin Kaya burada anlatılan yer Tortum kaledir, şu an ki Tortum sonradan kurulmuştur. Demektedir.)

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.