Çürüme sakın

Eğri oturun, doğru konuşalım biraz!

 

Akşam üzeri kasaptaydım. Kıymanın fiyatı artmış, “daha da artacak, 220 lira olacak” dedi kasap. “Niye, ne oldu?” dedim. “Kesimi 135’ten 165’e çıkardılar. Fırsatçılık yapıyorlar” dedi kasap. 

 

Asıl yağma bu işte. Pandemiden beri 3 yıldır net olarak gördüğümüz daha fazla kazanma hırsı toplumsal bir göçük olup üstümüze çöktü. Bu enkazdan çıkış yok. Depremde yıkılan bir binanın altında kalsak bir şekilde çıkarız da bu toplumsal göçük bir cehennem çukuru oldu. İçine düştük çıkamıyoruz. Para kazanırken ahlakımızı kaybediyoruz ama önemsemiyoruz. Toplum olarak ahlakı fazla olana, dürüst olana değil de, parası fazla olana değer verdiğimiz için hepimiz bu çürümenin suç ortaklarıyız!

 

Deprem oldu. Analarımızı, babalarımızı, erkek ve kız kardeşlerimizi kaybettik. Binlerce insanımız öldü. Bir yanda canını hiçe sayıp enkaz altından insanları kurtarmaya çalışanlar diğer tarafta bu toplumsal krizi “fırsat” görüp yağmaya kalkışanlar. Bir tarafta siyasi görüşlerini bir kenara bırakıp farklı partilerden el ele verip enkazdan molozları çıkarmaya çalışanlar diğer tarafta molozların üstünde siyaset yapanlar.

 

Bir tarafta içimizi karartan, görünce kendimizden utandığımız manzaralar. Toplumsal değerlerimizin çürümüşlüğünü gösteren, “toplum olarak bitmişiz” dediğimiz olaylar. Diğer tarafta görünce içimizdeki kurak çölün yeşermesini sağlayan, gözlerimizi yaşartan, kalbimizdeki katılığı yumuşatan olaylar. Türkiye’nin her tarafından toplumun bir anda seferber olup kendi yarasını kendi kendine sarmak için yeltenmesi.

 

Milletin her bir ferdi, kimseden emir-görev beklemeden her zamanki gibi kendi kendine sefer görev emri yazıp millet olmanın gereğini yerine getiriyor şuan. Yağız yer yarılsa da ilimizi töremizi kimse bozamaz!

 

Türkiye’nin başına gelen bu korkunç felaket dışarıdan da farklı görünüyor ve algılanıyor şüphesiz. Önce tarafımızı seçer sonra görürüz. Charlie Hedbo gibi, dostluk tarafında olmayıp da bu durum bakışına sirayet edip Türkiye’yi görme biçimlerini etkileyenler, acımızla dalga geçen, buna sevinen karikatürler  yayınlayıp “tank göndermeye bile gerek kalmadı” yazarak Türkiye’nin yıkıldığını düşünüp buna seviniyor. Durduğu yer gönül frekanslarımızla uyuşanların gördüğü Türkiye ise çok farklı. Bilinsin ki deprem binaları yıkar. Türkiye dimdik ayakta!

 

Tarafımızı seçip göreceğiz. İyilik de var kötülük de. Çoğaltmak istediğimiz neyse onu görünür kılıp artırmalıyız. Seçim bizim. Kızılderili öyküsünü bilirsiniz. Müsadenizle yeniden hatırlatayım. Yaşlı bir kızılderili küçük torununa iki kurtla ilgili bir hikaye anlatır. Der ki içimizde iki kurt var. İkisi şiddetli bir savaş halinde. Birisi iyiliği temsil ediyor. Ahlakı. Umudu. Sevgiyi. Paylaşmayı. Diğeri ise kötülüğü.  Aç gözlülüğü. Hırsı. İhaneti. Öfkeyi. Hepimizin içinde bu kavga sürüyor. Torunu merakla sorar “hangisi kazanacak?” Dedesi torunun başını okşar ve şöyle der: hangisini besliyorsan o kazanacak.

 

100 liralık battaniyeyi deprem oldu diye 300 liraya çıkaran da var dükkanındaki bütün malzemeleri kolileyip deprem bölgesine gönderen de. Deprem altında kurtarılmayı bekleyen can pazarındaki insanları sıcak evinden arayıp dalga geçenler de var, depremi duyar duymaz sıcak yatağını terk edip canını hiçe sayıp enkazın altına girenler de. Biz hangisinin hikayesini anlatıyoruz? Hangisini çoğalsın diye görünür kılıyoruz? Hangi kurdu besliyoruz?

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.