Gullebi Turan

Ruha dair, hele kendi ruhuma dair bilmem mümkün olanların her zaman çok mahdut kalacağını unutmadan söylüyorum: Ruhumuz her zaman serseriydi ve hayatımız pek çok zaman ona uymuştu. Hayatımızın ruhumuzla fazlaca imtizaç ettiği zamanlardayız. Demek ki üzerinden otuz yıldan fazla geçmiş. 

 


Turan benim arkadaşımdı diyeceğim, ama münasebetimizin belirli zaman ve mekânların dışına taşamamış olması, cümleyi böyle kurmama mani oluyor. Belirli bir zaman diliminde, çoğu zaman kahvede kalıp seyrekçe meyhaneye taşabilmiş bir arkadaşlık. Muhabbet derecesine şahitlik edenlerin bir kısmı yaşıyor olsa da doğrusu lâ şahide illallah. 

 


Kahvedeyiz. Camiye birlikte gidip imamın iftitah tekbirine ancak yetişerek cemaate birlikte dâhil olacağımız kahve ahalisi, kumar oynamakla meşgul. Sabah ezanından ve namazından habersiz olarak çoğu bayram namazını öyle kıldık.

 

Bu defakinin hafızama yer etmiş olmasının sebebi, Turan’la o vakte kadar süren sohbetimiz. Turan, aslında kendisiyle sohbet ediyor ve kendisini iknaya çalışıyordu. Gerisi iş olsun kabilindendi. O sohbetimizin yegâne konusunu teşkil eden soruyu, her defasında iş olsun kabilinden bana tekrar tekrar soruyor, benim her defasında iş olsun kabilinden vermediğim cevapları iş olsun kabilinden dinliyordu. Soru: Annesine bayram ziyaretine gitsin mi?

 


Kuvvetli ihtimal, Turan, o bayramda da annesine bayram ziyaretine gitmedi. Zayıf ihtimal, annesini ziyarete gitti ve muhakkak ki hüsnü kabul görmedi. Muhakkak ki dememin sebebi, sadece annesini bilmem kaçıncı karısı olarak alan babalığı değildir. Turan, şehrin bilgisine sahipti ve o bilgiye ancak herkesin hane halkıyla bayramlaştığı saatlerde sokakların yalnızlığına ve kimsesizliğine bürünenler sahip olabilir. 
Şefkatin imkânlarından mahrumiyeti onu ne kadar ibra eder, bilmiyorum; ama müşfik bir annenin çocuğu değildi. Müşfik olmayan veya olamayan annenin ahlakına dair rivayetler ise pek tabii bu yazının ırağındadır. 

 


Bu annenin yetim çocuğu olarak büyüyüp feleği utandırması ihtimalinin önüne çocukken geçirdiği bir hastalık geçmiştir ve herkesin tanıdığı Gullebi Turan bu hastalığın neticesidir. Vücudu ve azaları muvazenesizdi. Dilini düzgün kullanamazdı. Elbette arkadaşımı koruyup idrak yemeyeceğim, “algı” problemleri vardı ve tecrit kabiliyetinden mahrumdu. 

 


Hep birilerinin eskisi giydirilmiş muvazenesiz azalara sahip muvazenesiz bir vücut. Herkes anladığı hâlde kendine mahsus, telaffuz kaygısı da taşımayan samimi bir dil. Sizi Turan’a yaklaştırabildim. Fakat bundan gerisi daha zor. Örneklere müracaat etmeliyim. 

 


Oturduğumuz kahvenin ortaklarından birisi kabul ederdi kendini ve her şeyinde olduğu gibi bunda da samimiydi. Onun anlayışında kahvenin sahibi olmak, bazen koltuğa oturup garsonlara talimat yağdırmaktan ve gelenleri mekân sahibi gibi karşılamaktan ibaretti. 

 


Kahvenin ortakları, bir çay ocağının ihalesine girip açık artırmadaki fiyat çok yükselince çekilmişlerdi. Turan itiraz ediyordu. Nüfusu henüz iki yüz bini bulmayan Erzurum’un küçük bir çay ocağında her gün bir milyon çay satacaktı. Kazancı hesaplamak da bana düşmüştü. Hesaptan anladığımı düşünenlerin en sevimlisi ki zaten başkası yoktur. Geçmişte var olanlar da şimdi vazgeçmişlerdir. 

 


Uçakta tuvaletteyken yerine oturduğu yolcuya, kusura bakma ben seni indi zannettim, demiş olması mümkündür. En fazla kullandığı nakil vasıtası olan otobüse nispet etmiştir. Turan, “algı”sında nakil vasıtalarının çeşitliliğine ve farklı hususiyetlerine yer veremez. 

 


Yanında uzun uzun kabir azabından bahsedenlere, bütün bu söylediklerinin ne zaman olacağını sorar. Öldükten ve kabre konulduktan sonra cevabı üzerine “bana ne” der, “ben zaten ölmüşem”. 

 


Sorguda annesinin soyadının da babasınınki gibi “Ustaoğlu” şeklinde kaydedilmesine “Hayır, onunki Ustakızı” diyerek itiraz etmişliği de vardır. Öyle ya.

 


Şehrin neredeyse tamamını tanır ve pek çoğu tarafından da tanınırdı. Tanıyanların ekseriyeti onu severlerdi. Sevgilerinin küçük kusuru, tezahür vaktini tayin salahiyetinin hep kendilerinde kalmasıydı. 

 


“Devlet dersinde teneffüs” başlığı altında yazmayı tercih ederdim, ama buraya ilave edeyim; adaleti temsil eden kadının gözleri gerçekten bağlıdır. Şahitlik ederiz. Sadece bir kavga mahallinde bulunmuştu. Bir kavgaya iştirak için lazım olanlardan hiçbirisine sahip olmadığı uzaktan bakılarak da anlaşılabilirdi. Kaldı ki Turan’ı zaten tanıyorlardı. Tanrıçamızın yahut hanımefendimizin gözleri kapalıdır ya ispat gerekir. Turan'ı tutukladılar. Hapishaneyi neye çevirdiğini ve görüş yerinde nasıl davrandığını artık siz de yazabilirsiniz. İlk duruşmada tahliye olamadığını yanındakilerden öğrenip hâkime seslenir: “Edaleten t.rığliyim.” Edalet dediği, adalet. Sonraki, necasetin çok sulu hâli. Hâkimin şahsında devire, şehire ve insanlara bir cevap kabul ediniz. Sitem demeyeceğim. 

 


Kısa tutukluluğundan dehşetli bir mahpushaneci çıkarmıştı. Ben pek dinleyemedim ve zaten sonraki yıllarda çok da karşılaşmadık. 

 


Gullebi Turan. Şehrin en çok tanınan siması, herkesten habersiz ve garip öldü. Cenazesi kimsesiz olarak kaldırıldı. Rasulullah’ın Abuzer için “Yalnız yaşayıp, yalnız ölecek ve yalnız haşrolunacaktır” dediğine bazen inanır bazen inanmam. Şimdi içimden inanmak geliyor. 

 


İhtilaf eden ulemanın kabir azabını doğrulayanları haklı olsa da Turan’ın oradan “Ben zaten ölmüşem” diyerek geçtiğine inanıyorum. Küfretmeyeceği bir adalet muhakkak mevcuttur ve bayramlarda annesi ziyaretine gelmektedir. 

 


Bu bölüm kendim için: Bir ihtimal, ahiret yurdunda karşılaşırsak, seni yazdım diyeceğim. Anlamayacak.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.