İşte gerçek kaldırım serçesi...

''Yağan yağmur, esen rüzgar, serpilen ay ışığıdır şarkı söyleyen; Edith Piaf değil.''
Jean Cocteau

 

Kim daha iyi ''dramatize'' edecek yarışına girmiş kitapların ve filmlerin arasından Edith Piaf'ın gerçek hikâyesini çıkarabilmek meşakkatli iş. Ben tabii ki beceremem fakat şu mümkün: Benim yazdıklarım yardımcı olur ve siz gerçek hikâyesini yahut hikâyesindeki gerçeği içinizle bulursunuz. İçli içinizle.

 

Kötü bir örneğe müsaade var değil mi? ''Edith'' adlı kitabı yazan, üvey kız kardeşi Simone Bertaut'nun adı ''Hayatım'' isimli biyografisinde geçmez bile.

 

Babası sirk canbazı. Annesi.Söylemeyeyim, nasıl olsa anlayacaksınız. Aralık 1915 de Paris'te doğuyor ve büyükannesinin yanında büyüyor. Genelevde. Üç yaşından yedi yaşına kadar kör olduğu doğru değilse de görme kabiliyetini bir süre kaybettiği doğru. O yaşlarda büyükannesi tarafından şaraba başlatıldığı da.

 

Annesi kızına, bir kaç gün önce Almanlar tarafından kurşuna dizilmiş Cavell soyadlı İngiliz kadının adını veriyor: Edith. İngiliz kadın hemşire yahut casus, belki ikisi birden.

 

13-14 yaşlarında ve henüz ismi Edith Giovanne Gassion iken babasının refakatinde, kaldırımlarda şarkı söylemektedir. Bırakınız Dünyayı, Fransayı, Paris'in dahi, adı bir romantizm türüne verilecek (Piaf Romantizmi) ve bohem yaşayışın sembolü kabul edilecek, Edith'den henüz haberi yoktur.

 

Fransızcanın ve Fransızların en muhteşem sesi Pigalle meydanına terfi eder. Orada bir dans salonunda şarkı söylemekte, bulaşık yıkamakta ve ortalığı süpürmektedir. Bir de artık bir kız çocuğu annesidir.

 

Kızının babası çalıştığı yere gelip kızlarının çocuk hastahanesinde menenjitten yattığını haber verir. ''Ponksiyon'' uygulanan bebek için dokuz gün beklenecektir. Sekizinci günün gecesinde kendisine gelen bebek annesini tanır, anne ümitlenir ve sabahı birlikte ederler. Dokuzuncu gün. Maalesef.

 

Cenaze masrafları için parası yoktur. Kendisi kadar fakir, konsomatris arkadaşlarının paraları da yetmez. Sokakta kasavetle yürürken askıntı olan bir adamla on franka anlaşır. Otele giderler, adam parayı verir, halini görür ve Onunla yatmaz. Edith'den dinleyelim ve lütfen ikinci cümleye dikkat edelim: ''Bugün dahi bana başkalarına yardım etme duygusunu sağlayan bu adama minnettarım. Hayatta hiç bir şey bana, karşılık almadan yardım etme duygusu kadar temiz ve yüce bir mutluluk vermemiştir.''

 

Yeri geldi galiba, burada söyleyeyim. Fransız gazeteci Robert Belleret, Edith Piaf'ın dramatik hikâyelerle bezenmiş hayatının yalanlarla dolu olduğunu ve Fransızların Piaf ismi etrafında efsaneler ürettiğini ıspata çalışan bir kitap yazmıştır. Piaf: Bir Fransız Miti. Bu metni, o kitapla tartışmalı hale sokulmuş hadiselerin hiç birini dahil etmeden bitireceğim. Emin olun.

 

Henüz yirmi yaşında bile değilken artık alkoliktir, kızının babasından ayrılmıştır ve erkek arkadaşı kendisini bedenini satmaya zorlamaktadır.

 

O arkadaşından kurtulmaya çalışırken Louis Leplee ile tanışır. Louis sesine hayran olur ve kabaresinde şarkı söyletmeye başlar. Şöhreti o kabarede, bir gecede ve La Mome Piaf adıyla yakalar. Türkçede Minik Serçe ve İngilizcede The Little Sparrow.

 

İlk şöhret yolculuğu, kısa bir süre sonra, Louis'in şüpheli bir şekilde öldürülmesiyle sona erer. Edith sorgulanır, Edith'den nefret edilir ve Edith tekrar düşer.

 

''Pigalle'deki barların, fahişelerin ve pezevenklerin ortasında o kadar batmıştır ki yukarı çıkmaya kalkışmaz bile.''

 

Onu yukarıya doğru Robert Asso çeker, eğitim almasını sağlar, profesyonelliği öğretir. Artık Edith Piaf'tır. Radyoya çıkıyor, plaklar yapıyor.

 

Yıldızının en parlak dönemi II. Dünya Savaşı'ndan sonra. Jean Cocteau'nun kendisi için yazdığı bir oyunla tiyatroda, Montmartre-sun-Seine isimle filmle sinemada.Tiyatro için turnelere çıkıyor, Amerikada konserler veriyor. Şarkılarının İngilizce versiyonları, Dünya listelerinde daima ilk sırada.

 

Cezayir asıllı Marcel Cerdan, evli, üç çocuklu, orta sıklet Dünya boks şampiyonu ve sevgililerinden biri. Galiba bir dönemde en çok sevdiği. Amerikada Piaf'la buluşmak için bindiği uçak düşüyor ve kurtulan yok.1949.

 

Henüz otuzdört yaşında,1.42 boyunda, ağrı kesici, alkol ve morfine bağımlı. Sonra bir trafik kazası, omurilik hasarı ve artık yarı kambur. Bu kadın işte. Dünyanın en şöhretli şarkıcısı: Edith Piaf.

 

1952 de Dünya çapında altmıştan fazla derginin flaş haberi, Onun Fransız şarkıcı Jacques Pills ile evliliği.

 

Beş yıl sonra ayrılacak,1962 de başka bir şarkıcı ile evlenecek ve 1963 de 48 yaşında ölecek. Tabii Ekimde.

 

Paris Başpiskoposu, yaşadığı hayatı gerekçe göstererek, Piaf için bir cenaze merasimi yapmayı reddeder ve merasimi halk yapar.Tabutunun peşinde ve mezarlıkta yüzbinden fazla insan.

 

Charles Aznavour'dan dinleyelim: ''II: Dünya Savaşı sona erdiğinden beri, Paris'in trafiği sadece Onun cenazesinde kilitlendi.''

 

Attila İlhan'ı dinlemeden olmaz elbette: ''Piaf'ın ölmesi gerçekte, kıyısından köşesinden benim de tanıdığım eski bir Fransa'nın ölmesi demekti.''

 

Madem Attila İlhan'dan sonra söz söylemeye cüret edeceğim, o zaman size şu üç anektodu mutlaka nakletmem lazım.

 

Birincisi.Gemici aşığının odasından başka bir aşığına gider ve odada kilitli kalan gemici gemiye yetişemez.

 

İkincisi. Ruh çağırma seanslarında, Marcel Cerdan'ın ruhu sürekli gelir ve her defasında Edith'den seansa katılanların muhtelif ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için para vermesini ister. Edith paraları verir ve alanlar Onu kandırdıklarını zannederler.

 

Üçüncüsü ve en güzeli. Muhtemelen mesut bir anında, hediye edilenler dahil, bütün mücevherlerini klozete atar.

 

Bitirmek içimden gelmiyor ama. Benim nazarımda Edith Piaf, sefil ve zalim bir hayattan şarkılarla alınmış bir intikamın muhteşem hikâyesidir. Üstelik o hayatı ciddiye almadan ve intikam kastı da taşımadan.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.