Kalabalıklar içerisinde terk edilmiş kişi...

Flaneur, Fransız dilinde ''Avare gezinen'' demek... Baudelaire, Flaneur'u meşhur ediyor ve anlamını güzelleştiriyor: Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flaneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemek ama dünyadan saklı kalmak...

 

Walter Benjamin, Flaneur'ün anlamını daha derine ve daha güzele götürüyor: Kalabalıklar içerisinde yaşayan terk edilmiş kişi...

 

Benjamin'in tarifindeki negatif halvet der encümen dikkatinizi çekmiş olmalı...ha işte bizim yollarımız öyle kesişti: Kendi tarifine sadık bir haylaz ve kendi tarifine sadık bir flaneur...

 

...

 

Frankfurt Okulu'ndan mezun olunmaz, olunmaz da bana dert değil...emsallerimin 7 yılda aldıkları lise ve üniversite diplomalarını ancak 14 yılda ite kalka ve yarım yamalak alabildim...yegâne sebep kafasızlığım değildi derim de inanmazsınız...

 

Haydi sizin hatırınız için onlardan Martin Jay ile T.B. Bottomore'u ve kendi hatırım için de bizden Ünsal Oskay'ı mezun kabul edeyim...

 

...

 

Okulumuzun meşhur ve etkili olanları, muhtelif dönemlerde ve tabii dünyanın gidişatına bağlı olarak, pek çok defa değişti...

 

Mesela, 68 kuşağının dünyayı kasıp kavurduğu dönemlerde en meşhurumuz Herbert Marcuse'tü...hani o kuşağı 3 M ile açıklıyorlar ya, Marx, Mao, Marcuse...işte o Marcuse...üçüncü M...

 

Bazen sıralamada yerini Habermas'a yahut Horkheimer'a bıraksa da çoğu zaman en önde Adorno...Minima Moralia çıkmış kaleminden ve elbette Negatif Diyalektik...

 

Ancak benim için daima en önde, daima yanımda, daima yanıbaşımda Benjamin, Benjamin, Benjamin...Walter Benjamin...

 

...

 

Frakfurt Okulu içinde, haylazlığı her türlü fikrin ve ideolojinin üstüne yerleştiren adam...acaba, haylazlığın estetiğini inşa eden adam mı demeliydim...

 

Şu söylediklerine bakınız lütfen: Hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır, onbeşimizdeyken evden kaçmamış olmak. Sonradan anlarız, sokakta geçirilen kırksekiz saat, tıpkı alkalik çözeltide olduğu gibi, mutluluğun kristalini yaratır...

 

Şehrin bilgisine ancak o şehirde gidecek yeri bulunmayanlar sahip olabilirler, dediğinden haberiniz vardır...''Son Bakışta Aşk'' ı yazdığından da...

 

Hayatını nasıl olsa bir yerlerden bulursunuz...aslında mematını da bulursunuz ya, içimden anlatmak geliyor...

 

...

 

1940 yılında arkadaşlarının bir kısmı kapağı çoktan Amerika'ya atmışlardır ve Naziler de Fransayı işgal etmiştir...

 

Horkheimer Benjamin için Amerika vizesi aldığında, Gestapo'dan kaçmakta olan Benjamin küçük bir grupla yola çıkar...istikamet İspanya sonra Portekiz ve nihayet Amerika...

 

Benjamin'in de dahil olduğu grubun Fransa'dan çıkacakları gün sınır kapatılır...Benjamin, benim inanmak istediğim rivayete göre, Arthur Koestler'in vaktiyle kendisine verdiği siyanür haplarını yutarak o günün gecesinde yani 26 Eylül gecesi intihar eder ve ertesi gün sınır tekrar açılır...

 

Gruptan bir tanıdığı 5 yıl için bir mezar yeri kiralar ve oraya defnedilir...

 

5 yıl sonra mezarın kirasını ödeyecek kimsesi bulunmadığından cesedi mezardan çıkarılarak kimsesizler çukuruna atılır...

 

Pek çok insan tarafından dünyanın en entelektüel adamı kabul edilen Walter Benjamin'in kemikleri 77 yıldan beri Fransa-İspanya sınırında bir köy mezarlığının ''Kimsesizler Çukuru'' ndadır...

 

O ölümü dramatize etmeden ve galiba pek de aldırmadan yazabilecek yegâne insan Benjamin'in kendisiydi...belki ötelerde yazıyordur...

 

...

 

Paul Klee, Alman kökenli İsviçreli ressam...

 

O'nu Walter Benjamin ile Rainer Maria Rilke tanıştırıyor ve Benjamin bir resmini satın alıyor...

 

Satın aldığı resmin adı Angelus Novus...Yeni Melek demek...ve aşağıda göreceğiniz resim bütün şöhretini Benjamin'in hakkında yazdığı metne borçlu...işte metin:

 

''Klee'nin Angelus Novus adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor. Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş.

 

Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri o tek bir felaket olarak görür. Yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.

 

Biraz daha kalmak isterdi melek. Ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için. Ama cennetten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki bir daha kapayamaz onları.

 

Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey bu fırtınadır.''...

 

...

 

Klee'li kısmı metne, heveslileri için resim okuma dersine başlangıç olsun diye kattım...

 

Benjamin'den çok şey öğrendim ve hâlâ dönüp dönüp bir şeyler daha öğreniyorum...galiba öğrendiklerimin en kıymetlisi bir resmi yahut bir fotoğrafı okuyabilmekti...

 

Ne kadar öğrenebildim bilmiyorum ama biliyorum ki bir resmi birlikte okumayı Benjamin'e ben ilave ettim...

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.