Karılar gününüz kutlu olsun!

Dünya Emekçi Kadınlar Günüydü 8 Mart... O güne özgü bir çok etkinlik düzenlendi, kadınların yaşadığı sorunlar, toplumsal yaşam içindeki rolleri anlatıldı. Bir çok kadın örgütü ve siyasi parti  yöneticisi 8 Mart’ın önemine vurgu yaptı.

 

“Yazının başlığını okuyup da " Bre dili terbiyesiz, haddini bilmeyen densiz; kadına 'karı' denir mi hiç," demeden, hele az buçuk bekleyin! diye başlamıştı yazısına rahmetlik Ömer Ağabey... Kadim dostum, kelimelerle dans eden adam tam da bundan 10 yıl önceki yazısına şöyle devam etmişti;
 

“Öyle dediysek, bir diyeceğimiz de vardır elbet!

Önce şunu bilelim ki 'karı' sözcüğü öyle sanıldığı gibi cahil cühelanın ya da yontulmamış yobazın karşı cinse koyduğu isim değildir. Türk Edebiyatı'nın yazılısında da sözlüsünde de yerini çok uzun zaman önce almıştır.

Yok!.. Kısır bilgimizle Türk Dili'nin etimolojisine girip, 'karı' sözcüğünün 'karın'dan geldiğini, 'ka' kökünün de boşluk falan olduğunu iddia edecek değilim... 'Karı' sözcüğünü dilimize sokan sokmuş bir kez; eğer çok kötüyse, bulsunlar sokanı, o çıkarsın...

Bize ne!

Kaldı ki; bu kaba gibi görünen sözcük kimin dilinden kime dökülürse o yükü üşenmeden taşıyacak kadar vefalı bir kelimedir.

Mesala, 'karıcığım' derken sevgi yükünü taşıyan bu kelimenin yerine 'kadıncığım' sözünün biraz küçültücü ve eğreti durduğunu düşünmek çok da zayıf bir düşünce olmaz. Yani bu 'cığım' eki her zaman, her yerde,  herkesin dilinden aynı sesle çıksa da aynı duyguyu taşımayabiliyor.

'Karı'  sözü sevecen bir kocanın ağzından çıksa başkadır, bir pezvengin ağzından çıksa başkadır. 

O halde, o kelimeye değil, kelimenin yüküne, hatta yükü yükleyene ve de o yükle o kelimenin gittiği yere bakmak gerekir.

Bunu fazla uzatmadan asıl konumuza gelelim.

'Karı gibi kıvırtma'nın anlamı yok.

Bakın, sessiz bir nehir gibi akan ve bir o kadar da güzel olan hatunlar hatunu bir televizyon yıldızı, "karı gibi kıvırtmaya gerek yok, madem ki adımda koç var, koç gibi olmalıyım" demiş olacak ki erkekliğini cümle aleme ilan etti. Yani öyle gezip, böyle görünmemli insanoğlu insan!

Bu güzel avrat, karı gibi kıvırtmadan kendi kimliğini ortaya koyarak, gayrı ben erkeğim artık, dedi ya; elbet ayıplayan da olmuştur, bana ne, diyen de... Eğer şimdi erkek gibi kıvırtmazsa, ben de 'bana ne" diyenlerdenim.

Ayıplayanlara ve küfredenlere ise bir çift sözüm var.

Bu hassasiyetinizi salt cinsiyet üzerinde göstermeyin.  Şöyle bir bakın etrafınıza; ister sağınıza, ister solunuza...  Yöremizin gazetecisine, ülkemizin siyasetçisine bakın korkmadan.  Kıvırtmanın kıllısını da görürsünüz, ağdalısını da!.. Dün 'siyah' diyen, bugün aynı siyaha 'beyaz' diyor; dün aynı konuda aynı siyasetçiyi yeren kalem, bugün aynı konuda aynı siyasetçiyi övgünün püsküllüsüyle satırlarında süslüyor.

Kıvıranları alkışlayanlar da biraz kıvırmış olmuyorlar mı!

Hadi Ankara'nın oyun havaları kıvraktır, misket oynayanlar kıvırırken mis gibi alkışı da alırlar; amma doğu cenahında pek yoktur öyle kıvrak havalar. Hele Erzurum çocuğunun oyunları ağır başlıdır, barıyla bambaşkadır!..

Her neyse!

ABD'nin New York kentinde bundan 156 yıl önce dokuma işçisi olarak çalışan kadınların, daha iyi ücret ve koşullar talebine karşılık polislerin saldırısıyla çıkan yangında ölenlere aramağan edilen "kadınlar günü" tüm emekçi kadınlara kutlu olsun.

Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan ve tanınan uluslararası 8 Mart 'Dünya Kadınlar Günü' sadece bir gün; insangiller tarafından tanımlanan ve tanınan 'karılar günü' ise hergün.

Belki de o yüzden birileri 'karı gibi kıvırtanları' alkışlamaktan utanmıyor; ama ben 'karı' sözcüğünü olumsuz olarak kullandığım için utanıyorum... Ama başka türlü anlatamıyorum ki!”

 

Işıklar içinde uyu Ömer Nazmi Ağabey ...

Bak aradan 10 yıl geçmiş değişen ne, diye soracak olursan; Bugün gördüm o değişimi... Buz gibi havada yalın ayak yürdü Erzurum’da kadınlar... Nenen Hatun ve Kara Fatma gibiydiler...

 

 

Havuz başında toplanmışlar. Gazeteci titizliği ile sordum:

 

- Kim bunlar?

 

- CHP Kadın Kolları Başkanı Gizem Yıldırım ve arkadaşları, dediler.

 

Kimi bacılı, kimi bebeli... Kimi türbanlı, kimi fötr şapkalıydı ama hepside kadın ve kaygılıydı ve ‘Umut’ diye bağırıyorlardı; ‘biz anayız, bu yurda adımızı verdik” diye!

 

Gelin görün ki; koca bir yalnızlık içindeler, güya onları korumak için gelmiş devletin silahlı güçleri ama o güvercin narinliğindeki kadınları ürkütüyorlardı... Aralarında onlardan bir tane bile yoktu!

 

O anlarda, Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılına bir not düşmek için benimde, tüm kadınlarımız adına Türk Edebiyatı'nın en önemli şairlerinden tezimin konusu Nazım Hikmet’in dizeleri geçti içimdem.

Türk şiirinin en duru sesi Nazım, bakın kadınlarımızı; o Anadolu kadınını, o günün Şerife Bacısı, Kara Fatması, Nene Hatunu’nu, bugünün Gizem’ini ve Kurtuluş Savaşı’ndaki zafere gidilen yolculuğunu nasıl anlatmıştı:

 

Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim 
kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.”

 

Gizem ve arkadaşları Cumhuriyet Caddesi'ne giremeden, Havuzbaşı’ndan sola kıvrılıp 9.Kolordu Karagahı’nın önünden ilerleyerek, Erzurm Lisesi’ni geçip, Mareşal Fevzi Çakmak Hastahanesi’ne doğru kan ayaklı halleri ile yürürlerken ardları sıra öylece baka kaldım.

 

Düzeltirse bu ülkeyi kadınlar düzeltecek, kadın var ise umut da var...!

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.