Medya: Çağımızın ağrı kesicisi

Belim çok şiddetli ağrıyordu. Hareket edemiyordum. Bir ağrı kesici içtim. Yarım saat içinde beni kıvrandıran o ağrı kesildi. O korkunç ağrı yok oldu. Gerçekte olan şey neydi? Ağrı yok mu oldu? Hayır. Omurlar arasındaki disklerde ortaya çıkan bir problem buradaki sinirleri sıkıştırır. İşte bu sinir sıkışması o şiddetli ağrıya sebep olur. Ağrı kesici içince ne omurlardaki problem düzelir ne de sıkışan sinirler eski orijinal haline geri döner. Ağrı kesici içince, ağrının beyin tarafından algılanması engellenir. Problem devam ediyordur, ağrı oradadır fakat beyin onu algılamaz. Tartışmasız bir gerçek olan ağrı devam eder fakat gerçek artık görünmez olur. 25 Mg’lik bir tane minik Arveles sayesinde Hayatıma güllük gülistanlık bir şekilde böylece devam edebildim işte. Meşhur bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke “yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez” demişti.

 

Dünya düzeni de benzer prosedürlere sahip. Gerçek çoğu zaman görünmüyor. Bunu da medya aracılığıyla yapıyorlar. Bu çağın insanları olan bizler kendimizi güçlü ve özgür sanıyoruz. Bu duygu bize medya aracılığıyla empoze ediliyor. Byung-Chul Han Psikopoltika adlı kitabında şunu diyor: “Egemenlik ilişkileri tümüyle görüş alanı dışındadır. Bu yüzden de kendini özür sanır.” Egemenlik ilişkilerini yani herkesin açık seçik görmesi gereken gerçeği, bir hokus pokusla gözlerden saklayan şeyse medyadır. Medya’nın arkasında egemenlik ilişkileri yatar. Yerelden evrensele egemenlik düzeyindeki bu ilişkiler ağı, birbirini kapsayacak ve doğuracak şekilde sürer. Afganistan’dan bir anda Amerika ve Batı çekilmeye başladı. Dün dünyanın en tehlikeli “terör” örgütü olan, 11 Eylül saldırısını düzenleyen –ki bunu da tüm dünya canlı yayınla medyadan izlemişti- bir yapı bir gecede devlet sahibi oldu. Uçaktan düşen insanlarla birlikte bir anda “gerçek” kazara görünür oldu. Acılarımız arttı ya da hissetmeye başladık. Fakat fazla sürmedi hemen ağrı kesici içirildi tüm dünyaya. Gerçek yeniden gözden kayboldu. Ağrılar dindi. Yeniden görmemize izin verildiği kadarını görmeye başladık ekranlarda: Ellerinde silah olan, kaba saba, kirli sakallı “teröristler”. Kızıl Ruslara karşı Rambo’yla kim savaşmıştı sahi? O zaman medya aracılığıyla -ki Hollywood sineması Amerika’nın en önemli ağrı kesicisidir- servis edilen insanlar şimdi aynı medya aracılığıyla bu sefer başka amaç ve ilişkiler ağı içinde servis ediliyorlar.

 

Ve işin püf noktası, egemenlik ilişkileri “özgür” dünyanın tümüyle görüş alanının dışında. Bize medya aracılığıyla gösterildiği kadarını görüp, inanmamızı istedikleri şekilde inanıp, bizi sevk ettikleri istikamette düşünebiliyoruz yalnızca. Gerçek denilen şey çağımızda medya aracılığıyla üretilen ve kitlelere sunulan bir şey. Baudrillard Simulakrlar ve Similasyon kitabında bu durumu şu şekilde dile getiriyor: “Çünkü bundan böyle gerçeğin üretiliş sürecini yalıtabilmek imkânsızlaştığı gibi gerçeği kanıtlayabilmek de imkânsızlaşabilmektedir.” Bu süreci etkili kılansa üretilen bu malzemenin ne kadar çok kişiye ulaştığıyla doğru orantılı. Doğruluk bir frekans değerine indirgenmiş durumda. Bir şeyin doğru olup olmadığını o şeyin doğruluğuna inanan insanların sayısı belirliyor. Nasıl düşüneceği, neye inanacağı önceden belirlenen biz “makul” insanlar ise medya aracılığıyla itinayla üretiliyoruz. Çağımızın gerçeği bu. Hadi bir dizi açıp gerçeği örtbas edelim. Ağrıyı dindirelim.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.