Nankörlük, şükürsüzlük ve inkârcılık üstüne

İnsanların sıfatları bazı hayvanlara karakter olarak verilmektedir. Nankör kedi, kurnaz tilki, inat ve ahmak eşek, kalın kafalı öküz ve sadık köpek gibi.  

 

Nankör, şükür ve kâfir sözcüklerinin sözlük anlamlarına bakacak olursak:  

 

Nankör Farsça (nan-kur) bir kelime. Nan ekmek, kur da görmeyen, kör anlamınadır. Bu iki sözcüğün birleşmesinden nankör olmuştur.  Türkçe sözlükte nankör: Kendisine edilen iyiliği unutan; iyilikbilmez. Tuz, ekmek hakkı tanımayan; iyiliği ve nimeti inkâr yani “küfran-ı nimet” eden.  

 

Karahanlı Türkçesinde nankörlük; sipaslık, kâfir ve küfür anlamındadır.  

 

Şükür;  görülen iyiliğe karşı gönül borcu duymak, iyilik bilmek, nimetleri saygı ile itiraf etmek ve anmak anlamınadır. 

 

Arapça bir sözcük olan kâfir; (küfûr, küfrân, kefere, küffar, kefaret, tekfir) sözlükte örtmek, gizlemek; nankörlük etmek gibi manalara gelir.  

 

Çiftçiye de Arapçada kâfir denir Hadid/20, çünkü mahsul elde edeceğinin umarak tohumu toprağa gömer, toprakla üzerini örter. Işığı, hakikati ve aydınlığı örttüğü için geceye da kâfir denir. Kılıcın kınına da kâfir denir. 

 

Nankör insana Arapçada kâfir insan denmektedir. Kâfir kavramı Kuran’da ağırlıklı olarak ahlaki anlamda kullanılmaktadır. Kâfir sözcüğü zamanla anlam kaymasıyla ahlaki anlamdan daha çok kelam ilminde inançsız, imansız, inkârcı olarak kullanılmıştır. Halk arasında da bu anlayış yaygındır.  

 

Ahlaki anlamda kâfir sözcüğü içerisinde şu anlamları barındırmaktadır:   Nankörlük etmek,  kalp katılığı içerisinde olmak,  merhametsizlik ve derin şükran duymamak. Apaçık hakikati inkâr etmek, gizlemek ve o hakikatin açığa çıkmasındaki delilleri yok etmek ya da karartmak.  Yalancıların yalanlarının üstünü kapamak, toprağa ve karanlığa gömmek. Yine Allah’ı inkâr değil,  Allah’a ortak koşmak, Allah’ın adını ağzına pelengsek ederek, Allah’a karşı nankörlük ve düşmanlık içinde bulunmak. Kendini mal, mevki ve kabile çokluğuyla üstün görerek övünmek, nefsini Rab edinerek tapınmak, kibrine yenik düşmek, bozguncu ve fesatçı olmak, nifak tohumları saçmak. (Fecr/15, Tin/7, Beled/8-9, Yunus/12, En’am/10- 63, Lokman/18-19-32, Zümer/8, Fussilet/50,Şura/48,Neml/53, Nahl/72, İnfitar/6-8, Bakara/15-97-98, 153-158, Al-i İmran (162, ,Haşr/ 19, Enbiya /94,Rad/33, Hacc/31, Yusuf/8, Alak/6-7, Maide/25.)… 

 

“Allah’a şükret” diye, Lokman’a hikmeti verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük (kefere/küfür) ederse, (bilsin ki) Allah muhtaç değildir. Övgüye layıktır.”( Lokman 12)  

 

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük/tekfurun etmeyin.” (Bakara,152) 

 

Yine: “Kim gönüllü bir iyilik yaparsa bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla karşılayan şükreden (şakirun) ve çok iyi bilendir (âlimun).” (Bakara 158).  

 

Allah şükredendir,  nankörlük eden değildir. Allah şükredense biz neden şükreden/teşekkür eden olmayalım. Mutluluğun yolu şükürden geçer.  

 

“Şüphesiz Allah’ın insanlar üzerinde büyük lütufları vardır ama insanların çoğu şükretmezler/teşekkür etmezler.” (Bakara 243). 

 

Nankörlük eden insan kimdir? 

 

İyilik ve ihsanının kıymetini bilmeyen, şükran duymayan, yapılan iyiliği unutan, nimetin değerini bilmeyendir. Yapılan iyiliği kum üzerine yazan, kötülüğü mermer üzerine kazıyandır. Nankörün/kâfirin temel özelliği inkârcı olmasıdır. 

 

Nankörün en acımasızı bütün iyilikleri unutup düşmanlık etmesidir.    

 

Zaman zaman hepimiz insanın nankörlüğünden ve zalimliğinden bahsederiz.  

Peki, insanın nankörlüğünü ve zalimliğini bildiğimiz halde onu neden yüceltiriz.  

 

“Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.” (İbrahim Suresi, 34. Ayet) 

 

Bir atasözümüzde nankörün temel karakteri şöyle ifade edilir:  “Nankör yemeği yer, kalanı pisler.”  

 

Halk arasında şeytanın temel vasfı kör oluşudur. Buradaki körlük nankörlük anlamınadır.  Erzurum’da “Lanet canan kor şeytan” denir. Şeytan Allah’a karşı inançsız ve inkârcı değil,  büyüklenmesi, nankör yani kâfir olmasıdır.  

 

Goethe şöyle der:   “Nankörlük, zayıf insanların işidir, kudretli insanlar içinde asla nankör olana rastlamadım.” 

 

Demek ki zayıf karakterli nankör, kendisine yapılan iyiliği, verilen nimeti inkâr etmesi, derin şükran duygusu içerisinde olmamasıdır. Bazen de yapılan iyiliğe karşılık vermeyen nankörler daha ileri giderek kötülükle karşılık verirler. Bu tür insanlar nankör olduğu kadar da alçaktırlar. 

 

İnsanlar genellikle nankör, ikiyüzlü, çıkarlarında hasis / cimri, eli sıkı ve pinti yaradılıştadırlar.” der İtalyan filozof (1469-1527)  Niccolo Machiavelli.  

 

Fransız yazar  (1613-1680) François de La Rochefoucauld’a göre de  “Nankörlük, sevginin mezarıdır.”  

 

Nankörün inkârcılığı ya insanlara karşı ya da Allah’a karşıdır.  İnsana nankörlüğü başta kendine, anne ve babasına,  kardeşlerine, milletine, devletine ve insanlığa karşı nankör olması. En aşağısı nankörlük ise Yüce Yaratıcısına karşı nankör oluşudur. 

 

Kuran genelde Allah’a karşı insanın nankörlüğünü dile getirmektedir.  

 

Kâfirun suresinde kâfir sözcüğüyle inançsız insan değil,  inanç ve din sahibi olmasına rağmen nankör ve inkârcı insandan bahsedilmektedir. Mekkeliler taptıklarının ve dinlerinin doğruluğuna Hz. Muhammedî çağırmakta ve kâfirlikle yani verilen nimetleri inkâr etmekle, nankörlükle suçlamaktadırlar.  

 

Kuran da Mekkelileri, aralarından çıkan ve kendilerinden olan Elçiyi ve getirdiği Vahyi kabul etmedikleri için onları kâfirlikle yani nankörlükle suçlamaktadır. Onun için burada din, dine karşı bir tutum içerisindedir.  

 

“De ki: Ey kâfirler/Ey inkârcılar, Ey nankörler! Sizin taptıklarınıza ben tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun,1-6). 

 

Nankörlük, şükürsüzlük ve küfür içerisinde olmak ahlaki bir zayıflık içerisinde olmaktır. Dahası kâfir insanın en temel özelliği hem insanlara hem de Allah’a karşı nankör oluşudur. Gerçek, saygılı, doğru, pak, güzel ve onurlu bir yol varken bunun aksine bir yol seçmek nasıl bir kazanç işidir.  

 

“Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.” (İbrahim Suresi, 34).   

 

“O kahrolası insan, çok nankör (ekfere) şey.” (Abese, 17). “Gerçek şu ki, insan Rabbine karşı çok nankördür (künud).”(Âdiyât, 6). (Sebe halkını) nankörlük etmelerinden ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Bize sadece nankörlük edenleri cezalandırırız.”( Sebe 17).  

 

“Siz, ikiniz! Tüm nankörleri, inatçıları cehenneme atın! (Kaf Suresi, 24.) 

 

“Nitekim size hayat veren, sonra sizi öldüren ve en sonunda sizi yeniden hayata döndürecek olan O'dur; [bütün bu gerçeklere rağmen, yine de] insan, gerçekten çok nankördür.” Hac Suresi, 66. 

 

“Okyanusta size bir sıkıntı dokunursa O'ndan başka çağırmakta olduklarınız kaybolur. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca, dönersiniz. İnsan nankördür.” İsra Suresi, 67).  

 

“Çünkü saçıp dağıtanlar şeytanın kardeşleridir. Şeytan ise Rabbinin nimetine karşı nankör olmuştur.” İsra Suresi, 27). 

 

Yukarıdan itibaren ayetlere bakınca din, cinsiyet ve inanç ayrımı yapmadan insandan bahsedilmektedir. Tüm insanlık bunun içerisindedir. Toplumumuzda yaygın anlayış bu söyleneler Müslümanlara değil gibi anlaşılıyor. Kimse nankörlüğünü görmüyor, üzerine almak istemiyor. Bana değil, sana söylüyor. Hele Müslümana hiç söylemiyor! Bunun için de kendimizi bu olumsuzluklardan soyutlarınca Kuran’ın çabası değer bulmuyor. Kendimizi sorgulamıyoruz, başkalarını sorguluyoruz. Oysaki en büyük körlük nankörlüktür. 

 

Büyük Fransız filozofu (1596-1650) Descartes Ruhun İhtirasları adlı eserinde nankörlük ve minnettarlık görüşünü açıklamıştır.  

 

“Nankörlük zıddı gönül borcu iyilik bilme, teşekkür etme yani minnettarlığa zıt olan bir kusur veya eksikliktir. Buradaki minnettarlık övgü ve iyilik anlamınadır. Yoksa yapılan iyiliği başa kakma anlamınki minnet etme değildir. Minnettarlık daima bir fazilettir ve insan cemiyetinin belli başlı, bağlarından biridir. Nankörlük ancak kaba ruhlu ve aptalca küstah nankörlük kimselere vergidir. Bu gibiler zannederler ki her şey onların hakkıdır. Herkes onlara hizmete mecburdur. Yine nankörlük gördükleri iyilikler üzerine hiçbir düşünce yürütmeyen zekâsızlara aittirler. Yine nankör insan noksanlarını ve ihtiyaçlarını hissederek aşağılıkla başkalarının yardımını arayan, yardımını aldıktan sonra da velinimetlerine kin besleyen zayıf ve aşağılık ruhlu kimselere aittir.  Çünkü onlara aynını iade etmek irade ve niyetine sahip olmadıkları için veyahut buna muktedir olmaktan ümidi kestikleri için herkesi de kendileri gibi para düşkünü hayal ettikleri için ve ancak mükâfatlandırılmak şartıyla, yani karşılık görmek şartıyla, başkalarına iyilik edebileceğine inandıkları için kendilerine yardım eden kimseleri aldattıklarını sanırlar.” 

 

İnsan nankörlüğünün farkına varabilir mi? Nankörlükten kurtulabilir mi?  

 

Bu sorunun cevabını Descartes’in minnettarlık anlayışındaki açıklamalarında buluyoruz. Asil bir ruh, iyi eğitim, doğuştan gelen eksikliklerin farkında olma ve düzeltme çabası içerisinde olmak. İrade sahibi olarak hür irademizi iyi kullanarak nankörlükten, şükürsüzlükten ve kâfirlikten kurtularak saygın, onurlu ve yüce bir hayata kavuşabiliriz.    

 

“Minnettarlık/Şükretmek:  Minnet ve şükran bir tür aşktır. Kendisine minnet beslediğimiz kimsenin herhangi bir hareket ile bizde uyandırdığı sevgidir. Biz onun bu hareketiyle bize bir iyilik yaptığını sanıyoruz.  Veya hiç değilse, iyilik yapmak niyetinde olduğunu sanıyoruz. Böylece o, iltimas ile aynı şeyleri ihtiva eder. Ki; bize dokunan, bizi ilgilendiren, bizi etkileyen bir fiil üzerine kurulmuştur. Biz de buna karşılık vermek arzusunu duyarız. Onun için, iltimastan daha fazla kuvvete sahiptir. Bir azıcık olsun asil ve (saygı, onur ve büyük olan )alicenap olan ruhlarda kendini pek gösterir. İnsan ruhu aynı derecede asil ve kuvvetli değildir. İyi eğitim, doğuştan gelen eksiklikleri düzeltmekle çok işe yarar. Cüzi iradenin, hürriyetin ve bu hürriyeti iyi kullanma bizi alicenaplığa götürür.”  

 

Ancak biliyoruz ki tarihte ve günümüzde nicelerimiz kendi kâfirliğimizi ve nankörlüğümüzü görmeden ve göstermeden, Allah’ı da aracı yaparak ya da onun adına kullanarak başkalarını kâfirlikle ve nankörlükle suçlayarak nice canlar savaş meydanlarında, mahzenlerde ve hapishanelerde yok edildi.  

İşte bir örnek: 7 yıl Şeyhülislamlık yapan Yahya Efendi (1551 ya da 1553- 1644) ile hemşerimiz Şair Nefi’nin (1572- 1635) birbirini suçlamalarını ortaya koyan şiirine bakalım.   

 

Şeyhülislam Yahya Efendi, Nefi’nin dünyada eşi benzeri olmayan büyük bir şair olduğunu ancak ne yazık ki şiirleri Kâbe’nin duvarına asılan yedi şairden biri olan İmrul Kays’ın da kâfir olduğunu belirtir:  

“Şimdi hayli Sühan-verân içre 

Nef'i manendi var mı bir şair 

Sözleri Seba'-i Mu'allakadır 

İmrü'l-Kays kendidür kâfir.”  

 

Nefi’de kimin kâfir, kim Müslüman olduğunu bu dünyada herkesin indi değerlendirmesiyle değil, Büyük Mahkemede daha iyi ortaya konacağını şu cümlelerle cevap verir.  

 

“Müftü Efendi bize kâfir demiş. 

Tutalım ben O'na diyem müselman. 

Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere, 

İkimiz de çıkarız orda yalan.”  

 

Nefi bunu demekle canını kurtarmış mı? Hayır kurtaramamış. Saraya yakın olunca, kıskançlık başlamış. Sarayın odunluğunda kementle boğularak İstanbul Boğazı’nda cesedi denize atılmıştır.  

 

İnsanlık tarihinde din, mezhep, ideoloji, ganimet ve sömürgecilik adına ne cinayetler işlenmiş!  

 

Bu cinayetleri işleyenlere, işlemesine sebep olanlara ve bu cinayetleri meşru gösterenlere yazıklar olsun!   

 

İnsanın zulmünden nasıl kurutulabiliriz? Sizin ne düşündüğünüzü ne yol önerdiğinizi ve cevabınız ne olduğunu bilmiyorum. Şimdilik cevabım şu: Sözde değil zihinlerde anlamını bulmuş, özünde kavranmış demokrasi anlayışı ve uygulaması.  İnsan hak ve hürriyetlerini içerisinde barındıran anayasa, yasalar ve kâğıt üzerinde kalmayan laiklik anlayışı ve uygulaması.  Adalet Bakanlığı ve mahkeme salonlarında yazılan “Adalet Mülkün Temelidir” yazısına sadık kalan ve onun şerefini koruyan adalet anlayışı ve uygulaması.  

 

İnsanlık bu değerleri çok bedeller ödeyerek kazanmıştır. Bu değerlerin yaşamasını ve uygulamasını amaç edinmiş devletle ancak canımızı kurtarabiliriz. 

 

Bu değerleri geliştirmezsek birbirimizi kâfirlik, şükürsüzlük ve nankörlük adına daha çok cezalandıracağız.  

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Prof.Dr.Recai ÇINAR 15 Eylül 2021 12:33

    Değerli bilim insanı, Aziz hemşehrim Sayın Prof.Dr.Zübeyin Saltuklu, Yazınız için az gelir diye teşekkür etmiyorum, Allah razı olsun diyorum. Makale tümü itibariyle çok iyi. Sonuç ayrı bir değere sahip. Belki çözüm önerilerinizi bir çok kimse düşünebilir, ancak mücmel olarak sistemleştirilmiş bir biçimde ortaya koymanız çok önemli. Herkesin, hususen etkili ve yetkili olanların, önerilerinizi okumanın ötesine geçmesi şarttır. Makalenizi değerli insan Süreyya Çarbaş'ın haberi üzerine okudum; çok müstefit oldum, hakkınızı helal edin. Allah ilminizin bereketini artırsın. Esenlikler dilerim. Selamlar.

  • Gülümser Ateş 13 Eylül 2021 23:09

    Harika ötesi Sn. HOCAM,

  • Dr. Müzahir KILIÇ 11 Eylül 2021 23:06

    Tebrikler değerli dostum. Rabbim bizi şükredenlerden, şükrünü bilenlerden eylesin; nankör ve ve kafirlikten uzak eylesin.