Selçuklularda Oyun ve Müzik

Pr.Dr.Syfullah Kara (Karabük ünv.)Selçuklu Türkiye’sinde Eğlence Türü Olarak Bezm ve Musiki isimli çalışmasında, bu konuda çok değerli bilgiler vermektedir. Şöyle diyor Prof. Seyfullah Kara ’’Türkmenlerin oynadıkları oyunların klasik halk oyunları olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Tuğrul Bey’in Halife’nin kızıyla yaptığı düğünün şenliğiyle ilgili İbnu’l-Cevzî tarafından verilen bilgiler, söz konusu raksın davul ve zurna eşliğinde sıçrayarak oynamak olduğunu ortaya koymaktadır, ‘’Evin avlusunda sıçrayarak oynuyorlardı’’ diyor. Dolayısıyla, İbnu’l-Cevzî, Ebû’lFarac ve İbnu Battûta’nın birbirini tamamlayarak vermiş olduğu bilgiler, hem Türk halk müziğinin, hem de Türk halk oyunlarının Anadolu’daki tarihî köklerini bize haber vermektedir.

 

Selçuklu eğlencelerinin çoğu bayram ve düğün eğlenceleri idi. Düğün ve bayram törenlerinde bazı özel oyunlar ve yarışmalar yapılırdı. Spor sayılabilecek oyunlardan, iki kişi arasında; ayağa kalkma, yol yürüme, seyirtme, sıçrama, kayma, dağa çıkma, dağdan inme gibi yarışmalar mevcuttu. Yarışmalar da güç ve yetenek gösterme gibi sebeplerle katılım olduğu gibi yarışma sonundaki ödüller de bu tür yarışmalara katılımı sağlamıştır. Ödül olarak, at, güvercin, zırh, altın, para gibi ödüller verilirdi. Oyun mahiyetindeki yarışmalara sadece erkekler değil, kadınların da karıştıkları görülmektedir. Mesela kızların(cariyelerin) kopuz çalmakta birbirleri ile yarış ettiklerinin bilmekteyiz. Bu arada çocukların da raks ederek birbirleri ile yarıştıkları anlaşılmaktadır. (M. Altay Köymen,)

 

 *Kaşgarlı Mahmud’a göre Türk beyleri bayramlarda ve düğünlerde minareler gibi sofralar kurduruyor, halkı yedirip içirdikten sonra sofra takımlarını yağmalatıyordu.  Alp Arslan’ın kızı için yapılan düğün töreninde de davullar vurulup, borular öttürülmüştür. Ayrıca, saray süslenmiş filler, üstü giydirilmiş atlarla dolmuştur. Sultan Alp Arslan, törende saltanat tahtına oturmuştur (İbn’ül Cevzi). 

 

Ünlü Selçuklu tarihçisi İbni Bîbî, ’’Devlet adamının tertiplediği eğlence meclislerini “Nedimler, sanatkârlar, şarkıcılar, kaval, ud, rebab ve çeng gibi sazları çalanlar gelirler, sazlarını akort ettikten sonra ruhlara huzur veren nağmelerine başlarlardı” ifadeleriyle söz etmektedir. Böylece, aynı kaynağımız, Türkiye Selçukluları dönemi Anadolu’sunda müzik enstrümanları hakkında da bilgi vermekte, bu enstrümanlara zurnayı da ilave etmektedir.

 

Türkiye Selçukluları döneminde bayram, cülûs ve zafer merasimleri, düğün, av şenlikleri, yabancı misafir ve elçilerin kabulü çeşitli oyun ve eğlencelere vesile olmuş, çeşitli sanat ve müzik erbabı bu tür toplantılara güzellik ve süs katmıştır. 

 

Sultanların komşu memleketlerden aldıkları kızlar için yaptıkları düğünlerde bazen, Sultan Melikşah’ın yaptığı gibi, Anadolu dışından da yabancı sanatkârların getirildiği olmuştur. Bu tür şenlik ve eğlencelerde çeşitli sanatkârlar maharetlerini ortaya koyarlardı. Çeşitli oyunlar, eğlence, içki ve raks, müzik ile bütünleştirilirdi. Musiki aleti olarak da saz, çenk, rubâb, berbât, ud, zurna, davul gibi enstrümanların kullanıldığı buraya kadar verdiğimiz kaynakların ifadelerinden anlaşılmaktadır. 

 

Bazı Selçuklu hokkaları üzerinde oynayan kadınların resmedilmiş olması, bu dönemde raks eden kadınların varlığını göstermesi bakımından önemli bir ipucudur. 

 

Ahîler Arasında Musiki ve Halk Oyunlarının Anadolu’daki Menşei: Bu dönemlerde Anadolu’da çeşitli ahi toplantılarında da türkülerin söylendiğini, türküler eşliğinde oyunların oynandığını görmekteyiz. İbni Battûta, ahilerden bahsederken, onların Anadolu’ya yerleşmiş Türkmenlerden olduğunu, her yerde, köylerde, kasabalarda, şehirlerde var olduklarını söyler ve onların çeşitli özelliklerinden bahseder. Bu arada Türkmenler için, “Yemek zamanında bir araya toplanarak hep beraber yemek yerler, türkü söylerler, raks ederler” ifadesini kullanmaktadır. 

 

Anadolu’da musiki olgusu, Selçuklulardan sonra beylikler döneminde de devam etmiştir. Artuklu hükümdarının himayesi altında yaşayan ve XIII. yüzyıl başlarında mekanik-fizik alanında eser yazan Ebû’l-İzz el-Cezerî, söz konusu eserinin dördüncü bölümünde nefir, kös, def, zurna, çeng, daire, zil, nakkare, davul, düdük gibi musiki enstrümanları çalan grupların oluşturduğu minyatürlerle, saz çalan iki otomatik makinenin planına da yer vermiştir. Görülmektedir ki, Türkiye Selçukluları döneminde civar devlet ve beylerin idaresinde de musiki önemli bir gelişme kaydetmiş, enstrümanların icadı ve kullanılması bilim adamlarının bilimsel eserlerine yansımıştır 

 

*Selçuklularda da Müzik ile Tedavi vardı. Türkler, müziği ruh hastalarının tedavisinde kullanan ilk milletlerden birisidir. Orta Asya’da İslam öncesi dönemde “baksı” denilen şaman müzisyenler tarafından çeşitli hastalıklara Müzikli tedavi çalışmaları uygulanmıştır.  Baksı Dansı Eski Türklerde “baksı” adı verilen koruyucu hekimlerin, tedavi sırasında transa geçmek ve bilgi almak için kullandıkları dansa “Baksı Dansı” denilmektedir. Baksı dansı, kopuz ve dombra çalgıları eşliğinde yapılan bir danstır. Stres, depresyon, halsizlik, kas spazmları, kireçlenme ve romatizma gibi rahatsızlıklar için son derece faydalı ve etkili bir tedavi yöntemidir. Tedaviyi başarıya ulaştıran etkenler, kan dolaşımını artması, beyine oksijen taşıyan kanalların rahatlaması, stres ve depresyonun omuzlara bindirdiği yüklerin dağılması ve doğayı taklit ederek insanın sağlığını yeniden kazanmasıdır.

 

*Oğuzların atların eğitiminde de mûsikîyi kullandıkları da bilinmektedir. *Kazak ve Kırgız Türklerinde müzik ve dans ile tedavi vardı. Çok eskiden beri devam eden bir dans olan “Karacorga”, bir atın yürüyüşünü simgelemektedir. Eski inanışa göre bu figürler Ata ruhunu temsil etmektedirler. Adı geçen at yürüyüşünü temel alan ve günümüze kadar gelebilmiş, tedavi dansı örneği olan Karacorga’nın (Baksı Dansı) benzer örneklerini Azerbaycan Gobustan kayalıklarındaki figürlerde görmekteyiz. (Bu dans Kazakistan’da halen oynanmaktadır.)

 

İlk kez Suriye Selçukluları meliki Dukak tarafından Şam’da inşa ettirilen, Nureddin Zengi Hastanesi’nde ruh hastaları için müzikle tedavi yapıldığı bilinmektedir. Türkiye Selçuklularının ilk sağlık kuruluşu olan kompleks, 1206’da Sultan Gıyasettin Keyhüsrev tarafından, tüberkülozdan vefat eden kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan’ın vasiyeti üzerine, darüşşifa ve tıp medresesini içerecek şekilde inşa edilen Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Maristanı’(hastahanesi) dır.  *Erzincan Beyi Fahreddin Behram Şah’ın kızı Turan Melik Sultan tarafından yaptırılan Divriği Ulu Cami’nin Darüşşifası, da Anadolu’da müzikle tedavinin uygulandığı merkezlerden birisidir.’’ (Seyfullah Kara)

 

Devam edecek...

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.