Ülkenin karanlık günleri ve simitli gazetecilik...

Önceden de yazar-çizerdim...  Ancak profesyönel olarak gazeteciliğe ilk başlamam  1992-93 yılları... O zamanlarda  Türkiye 3.Ligi'nde mücadele eden Tek 12 Martspor’da yedek kaleciyim... 

 

Erzurum’un en etkin yerel gazetesi Milletin Sesi’nde ise Yazı İşleri Müdürü...

 

Aynı zamanda da yeni GÜNAYDIN Gazetesi'nin Doğu Anadolu Bölge Muhabiri...

 

Rahmetlik Diyarbakırlıydı Talat Polat Ağabey, Yurt Haberler Müdürümüz... Erzurum merkez olmak üzere; Erzincan, Ağrı, Kars, Ardahan, Iğdır, zaman zaman da Muş, Bingöl ve Van olmak üzere soluksuz koşturtuyor...

 

Sigortamı Milletin Sesi yatırıyor...  O anlamda yaşıtlarıma göre kadrolu ve rahatım. Ancak bazen iki cümle bilgi, bir kare fotoğraf için günlerce uyuyamadığım zamanlar oluyor.

 

Dedim ya ülkenin karanlık yılları...

 

Sovyetler Birliği yeni dağılmış, Türkiye’de PKK terörü pik yapmış...  

 

2 Temmuz Sivas Madımak, 5 Temmuz Erzincan Başbağlar, bölgemizde onlarca insan ya diri diri yakılıyor ya da kurşuna diziliyor, yollar kesiliyor, gazeteciler kaçırılıyor... 

 

Erzurum’da bile peş peşe terör baskınları yaşanıyor.

 

Eylül’de genelev, 25 Ekim’de Pasinler Çiçekli ...  Yahu ne oluyor demeden 30 Ekim’de Çat Yavi baskını ve 33 sivil yurttaşımızın şehit edilmesi...

 

Herkes diken üstünde...

 

Sabırlar taşmış, Erzurum ayaklanmış...

 

Şimdi;  ‘nereden çıktı bu hafıza tazelemek?’ diye soran takipçı arkadaşlarımıa ve okurlarıma cevap vereyim; gazeteci refleksi işte...

 

Değerli arkadaşım, ağabeyim, meslektaşım...  Aslında ben, O’na hep;  'Fotoğraf gözüm, arşivim’ derim, Cem Bakırcı...

 

... 

 

 

 

 

Whatsapp’tan tam da o günlere dair, “...neler yazılmaz ki...’’ diye bugün bu fotoğrafı göndermiş.

 

Fotoğrafı büyütüp bakınca gördüm;

 

Belli ki işte o  93 yılı.. Günlerdir yollardaymışım...  

 

Erzurum’da çok geniş katılımlı bir terörü telin mitingini takip ediyorum. En iyi fotoğrafı çekebilmek için elimde simit Havuzbaşı’nda Atatürk Heykeli’nin kaidesine tırmanmışım. Cem Ağabey'de işte o günün heyecanı ile kim bilir  hangi kurgu ile aşağıdan basmış deklanşöre...

 

Boynumda Kiev-17 ...

 

Bu, Kiev-17 benim ilk profesyonel fotoğraf makinam. Adından da anlaşılacağı gibi Sovyet markası ve 1975-84 yılları arasında üretilmiş..

 

Dedim ya Sovyetler o yıllarda yeni dağılmış, Türkiye bugün olduğu gibi o günlerde sınırlarını açmıştı...

 

Özellikle Erzurum ve Trabzon’da günlük olarak bir kaç semtte iğneden-ipliğe her şeyin satıldığı ‘Rus Pazarları’ kuruluyordu. Bende işte Gürcükapı’da kurulan o pazardan, Pravda’nın eski savaş muhabirlerinden olduğunu söyleyen ve Erzurum’un 2 yıldızlı turistik tesisi Sefer Otel’de konaklayan Vladimir’den, o günün iki aylık asgari ücreti karşılığında almışım Kiev-17’yi...  

 

Çelik kasa, çelik perde 35 mm film kullanılabilinen ve tüm Nikon lensler ile uyumlu analog bir fotoğraf makinesı..

 

 

***

 

32 yıldır ekmeğimi pardon simidimi bu işten yani gazetecilikten kazanıyorum. Yazıyor, çiziyor, konuşuyor, evrensel kurallar çerçevesinde geleceğe dair umutlar taşıyorum.

 

Sonuç, asgari ücretin çok çok altında bir emekli maaşı ve elinde simit ile 30 yıl öncesi fotoğrafını özleyen ve halen o tutku ile işini yapmaya çalışan bir adam...

 

Asgari ücreti çay-simit hesabı ile değerlendirip, üç-beş harf diyerek kendilerinin uzatığı zincirler ile bugün yurttaşlarının elini-kolunu bağlayanlara selam olsun...

 

Zaman işte öyle hızlı geçiyor ki, stajerlerimiz bile sürekli basın kartlarına kavuştu, biz ise  arşivlerden fışkıran fotoğraflarımız, yüzlerce manşet ve binlerce haberlerimiz ile halen daha beğenmediklerini yazdığımız için verilmeyen kartımızı bekliyoruz.

 

Buna da şükür!

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.