Erzurum Halk Eğitimi Merkezi ile liseli yıllarımda tanışmıştım. Ünlü tiyatrocu Atıf Kaptan‘ı burada izlemiştim. Oyunun tek aklımda kalan sahnesi şöyleydi: Sahnenin tam ortasında ortaçağ kıyafetli (pelerinli, Donkişot şapkalı, şapkasında telekleri olan) bir adama, etrafında sıra sıra dizilmiş kadınlı erkekli insanlar sorular soruyorlar. Adam aniden aşağı düşerek gözden kayboluyordu. Adamın kaybolması herkesin çığlık atmasına neden olmuştu. Meğerse adamın durduğu yerde bir kapak varmış. Kapak açılmış ve adam aşağı düşmüş, kapak tekrar kapanmıştı.
İşte Halk Eğitimi Merkezinde yaşadığım ve hafızıma yerleşen ilk hatıram böyleydi. Uzun yıllar bu kurumla beraber olacağımı nasıl tahmin edebilirdim ki?
Tiyatro salonunun kapısı, Halk Eğitimi Merkezinin ana kapısından içeri girince tam karşınıza çıkan iki kanatlı, desenlerle süslü, ahşap bir kapıydı. Kapının üstündeki duvarda ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin Temeli Kültürdür. K. Atatürk” yazısı hemen gözünüze çarpardı. Kapıyı açınca karşınıza mükemmel ve geniş bir salon ve muhteşem bir sahne çıkıyordu. Koltuklar ceviz ağacından yapılmış, vernikle parlatılmış ve pırıl pırıldı. Bu sahne tarihi bir sahneydi. 1939 yılından beri nice olaylara, nice temsillere, nice gösterilere ev sahipliği yapmıştı.
Sahne altında Orkestra çukuru ve bu orkestra çukurunun arkasında wc’ler, duş yerleri ve üç adet sınıf bulunmaktaydı. Bu sınıflarda tiyatro malzemeleri, dekorlar, panolar, kostümler vb. bulunurdu. Sahnenin üst tarafında da kulis odaları, soyunma/giyinme odaları vardı. Sahnenin tavanında ise, demir çubuklardan oluşan sofistler, havalandırma kapakları ve çeşitli yerlerdeki ışık veren boy boy ampuller vardı. Sahnede herhangi bir olay sergilenirken bu ışıklar çeşitli şekillerde kullanılmaktaydı. Işıklar, balkondaki matine dairesinden kumanda edilmekteydi. Bu matine dairesinde aynı zamanda bir film oynatma makinesi bulunduğundan çeşitli filmler de oynatılıyordu.
Balkonun ön tarafında sesin çarpıp geri dönecek konumda yapılmış bir duvarı vardı. Salonun akustiği bu balkon duvarı ve salonun her iki tarafındaki duvarlara konulmuş panolarla sağlanmaktaydı. Sahnede konuşan bir kişinin sesi balkon dâhil salonun her tarafından eşit bir şekilde duyulmaktaydı. Bu anlamda ses yayın cihazına gerek kalmıyordu.
Oyun bitince bir makara ve ona bağlı bir ip vasıtasıyla perdesi açılıp kapanıyordu. Bu perde, kırmızı renkte kadife bir kumaştan yapılmıştı. Kapanınca yukarıdan aşağı oluklu bir şekilde kat kat oldukça güzel bir görünüm sağlıyordu. (Bu perdenin önünde birçok gösterinin sunuculuğunu yaptığımı şu an duygulanarak hatırlıyorum. Bu sahnenin bir benzeri Kadıköy HEM’dedir. Türkiye’de başka bir benzeri de yoktur)
Tarihini tam hatırlamıyorum. Bir gün dönemin Erzurum valisi bir programa katıldı. En önde oturanlar sürekli yukarı baktığından boynu ağrımıştı. "Boynum ağırdı. Bu sahneyi yarım metre aşağı düşürün" diye emir verdi. Milli Eğitim Müdürlüğü, Kültür Müdürlüğü ve Bayındırlık Müdürlüğü, işi o kadar ciddiye aldılar ki birkaç ay içerisinde sahne bir metre aşağı düşürüldü. Yukarda bahsedilen alt kulisler, mecburen iptal edildi. İçi toprakla dolduruldu. Orkestra çukuru kayboldu. Şimdi, Atıf Kaptan veya başka oyuncular o çukurdan içeri düşemezdi. Çünkü o kulis odası artık yoktu. Dolayısıyla akustik kayboldu. Sahneye giriş artık beş basamakla aşağı inilerek yapılıyordu. Hayatımın en acılı günlerinden biriydi, diyebilirim. Bana göre HEM’in yıkımı işte o gün başlamıştı.
Yıllar sonra binayı ortaklaşa kullandığımız Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü devreye girerek "buralar bizim mülkiyetimizde, gerekli tadilatları biz yapacağız"’ diyerek tadilatlara başladılar. Ana kapıyı sökerek, yaklaşınca açılan, uzaklaşınca kapanan (fotoselli) yeni bir kapı yaptırdılar. (Bu kapı, İki ay dayanmadan bozuldu ve eski kapıyı yerine takmak zorunda kaldım. Çünkü her gün yüzlerce kişi bu kapıdan girip-çıkıyordu.) Ana kapıdan içeri girince karşınıza çıkan bu ‘"Mermer Salon" hamam duvarlarına benziyor, denilerek o yetmiş yıllık mermerler acımadan parçalandı. Yerine güya modern fayanslar yapıldı. Üç dört ay sonra bu fayanslar yerinden oynamaya ve çıkmaya başladı. Salonun ortası çukur kaldığından yıkandığında ortada sular birikiyordu. Bu sefer mecburen ikinci bir onarım yapıldı.
Salon koltukları için de "bu tahta koltuklar ömrünü doldurdu" denilerek söküldü. Ahşap zemine beton döküldü. Üzerine kumaş kaplı koltuklar yapıldı. Meyili, aralıkları ve simetriği iyi hesaplanmadığından arka tarafta oturanlar sahneyi göremez oldu.
İşte bu zamanlar binanın yıkılması gündeme geldi. Dönemin Erzurum Valisi "mutlaka yıkılmalıdır" diyerek getirip binayı gezdirdiği Kültür Bakanı "kesinlikle olmaz" dedi. Aradan bir ya da bir buçuk yıl geçti, o kültür bakanı görevden alındı. Artık binanın yıkılmasını engelleyecek kimse kalmamıştı. Devrin Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı el ele vererek yıkım kararını çıkardılar. Binayı boşaltmamız konusunda üst üste yazılar yazılmaya başladı. Kültür Müdürlüğü ekteki binayı hemen boşalttı. Fakat Halk Eğitimi Merkezini taşıyacağımız herhangi bir bina gösterilmiyordu. Sonunda Yoncalık semtinde bulunan Eğitim Araçları binasına taşınmamız emredildi. Taşınmayı yapabilmek için araç ve personel talep ettim. Çünkü, 70 yıllık bu bina içerisinde bilgisayarlar, dikiş ve örgü makinaları, çeşitli tezgahlar, makam masaları, sandalyeler vs. birçok malzemenin taşınması gerekiyordu. Ama bu konuda hiçbir kurum ve kuruluş yardımcı olmadı. Bir kaloriferci ve bir hizmetli ile bu işi yapmam imkansızdı. Dolayısı ile binayı taşıyamadım. İşte bundan sonra hakkımda soruşturmalar başladı. Aradaki olaylar uzun, buralara girmiyorum. Gün oldu görevden alındım.
Dadaşköy Ortaokulu’na Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak atamam yapıldı. Yarım dönem bu okulda görev yaptıktan sonra okullar yaz tatiline girince bende emekliliğimi istedim ve 51 yaşında emekli oldum. 1981 yılından beri emek verdiğim, gelinlik bir genç kız gibi büyüttüğüm, kursiyer sayısını on binlerin üzerine çıkararak, Türkiye’de birinci sıralara taşıdığım Halk Eğitimi Merkezinden sürülerek bir köye öğretmen olarak gönderilmiştim.
Halk Eğitimi Merkezi’nden 2008 yılının ikinci ayında ayrıldım. Halk Eğitimi Merkezine kazandırdığım araç gereç, makine, teçhizat ve buna benzer donatım türü malzemelerin detaylarına girmiyorum. Sadece halk oyunları ile ilgili bıraktığım malzemeleri sayacağım: 52 takım erkek bar elbisesi, 52 adet erkeklerin bellerine bağladığı şal kuşak, 16 adet gümüş köstek, çok kaliteli lacivert kadife kumaştan yapılmış üzerinde muhteşem Türk desenleri bulunan 16 adet bindallı, 16 adet çoğu baklava dilimli gümüş kemer, yoğaltım malzemesi olarak saydığım onlarca çapula (erkek bar ayakkabısı), onlarca pabuç-yemeni (kadın bar ayakkabısı) ayrıca yüzlerce kupa, şilt, plaket ve başarı belgesi. (Acaba bütün bunlar Yakutiye HEM’de midir? Ancak duyduğuma göre, yukarıda saydığım hiçbir şey orada değilmiş, akıbeti meçhul)
Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir cumartesi günü Havuzbaşı’ndan caddeye doğru yürürken ne göreyim, Halk Eğitimi Merkezi binası yıkılıyor. Bir 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Bayramı günü, önde Belediye Başkanı açıklama yapıyor. Eliyle arkayı göstererek kameralara bir şeyler söylüyor. Bu esnada kepçeler, acımasızca HEM binasına iniyor kalkıyor. Bina bu darbeler altında adeta inliyor, toz-duman içerisinde, dizleri üzerine çökmüş, kanının son damlasına kadar bütün gücünü vermiş, artık tükenmiş bir küheylana benziyordu. Orada ölmek, orada toprağa gömülmek varmış kaderde. (Sonra dediler ki içindeki bütün malzemeler ile yıkıldı. Salon, koltuklar lavabolar arşiv vb.) 29 Ekim 1939’da Halkevi olarak açılan bu bina 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı günü yıkılıyordu.
İlim irfan yuvası olarak hizmet veren bu bina, güzel sanatlar, edebiyat, spor, müzik gibi halkın eksik eğitimlerini tamamladığı bir şehrin hafızasıydı.
1943 ten başlayarak başta Erzurum Barları olmak üzere, El Sanatları, Kütüphanecilik, THM, TSM, Mandolin, Bağlama kursları hep bu binada verilmişti. Ayrıca ‘’Halk Geceleri ve Erzurum Geceleri’’ adı altında her hafta halk türküleri ve milli oyunlar yine burada sergilenmişti. İhsan Ertugay, İdris Kenger, Lütfü Aladağ bu sahnede bar tutmuş, onlara Ağa Dede Keskin, Cazim Demir, Karazlı İlhami davuluyla zurnasıyla eşlik etmişti. Dahası Bar şiirimizin yazarı Sadettin Akatay, bu sahnede dünyanın en meşhur tiyatro oyunlarını sergilemiş ve yine bu sahnede rahatsızlanıp hastaneye kaldırılmıştı. Seyfettin Sığmaz, Faruk Kaleli, Raci Alkır yine bu sahnede nice Tatyanları, nice uzun havaları seslendirmişti.
Evet, bu sadece bir bina değildi. Burayı sadece dört duvar, üç pencere, iki kapı, bahçesinde birkaç ağaç olarak görürsek yanılırız. Burası Cumhuriyet döneminin bir halk üniversitesiydi ve tarihi bir eserdi. Erzurum bünyesinde hafızalarda yer eden böyle bir binanın yıkılması, Erzurum’un hatırasına, Erzurum’un insanlarına ve Dadaşlara yapılan çok büyük bir saygısızlıktı.
Anılar hatıralar,değerlerimiz silinip süprülüyor,aslında yıkılan o binanın enkazında bir şehrin kültür hayatı ve birikimleridir. Hepimizin okul yıllarında ,ya seyirci,Yada oyuncu olarak tozunu yuttuğumuz,kütüphanesinden ve kurslarından faydalandığımız o güzelim binayı yıkarken hiç düşünmediler. Obinanın içerisinde Erzurumlu gençlerin oynadığı oyunlar vardı,o binanın içerisinde okul mezuniyet törenleri ve gösteriler vardı. O binanın içinde 1950 li yıllarda Sebahattin Bulut un yazıp sahneye koyduğu ve aylarca sahne alan çingene kızı opereti vardı,kiralık konaklar,meşhedi kamberin berber dükkanı vardı,o binada Sebahattin Bulut,un orta oyunu denemesi, Oduncular isimli halk kültüründen derlermiş sahne oyunun replikleri vardı. O binada her kurtuluş gecesinde halk ile buluşan, kurtuluşun anlam ve önemini anlatan S.Bulutun yazıp Erzurumlu gençlerin rol aldığı Konuşan Ölüler,Gören Gözler,Mohaçtan Aziziyeye,Beyaz Kartallar,Şenlik ve benzeri oyunlar ile kurtuluşun resmedildiği tablolar vardı .O binada görmüştü Erzurumlu ilk tiyatroyu,o binada izlemişti Erzurumlu ilk siyah beyaz sinemayı.Yıllarca bütün görsel faaliyetleri ile kursları o binada tatmıştı.O binanın içinde 1940 lı yıllarda konserler veren Ağır Bakım Fabrikasının Mızıka takımı ile 1960 lı yıllarda faaliyet gösteren Halk Oyunları Derneğinin yurttan sesler Korosu'nun duvarlarına sinmiş Türküler vardı. Hulisi Seven in ,Mükerrem Kemertaş ın,Muharrem Akkuş un,Raci Alkır ın,güzel sedaları ile Fuat lehimler ,Muammer Özkavcı,Arif Sağ,Suat Işıklı ve nice Erzurumlu üstadın enstrumanlarının tınısı vardı. Cazim Demir,Ağa Dede,Kadir uslu,İlhami Özoltulunun davul zurna sesleri ile bu sese kulak verip bar tutan,Nimet Gezmiş,İhsan Ertugay,Bahattin Merdal,Nihat Demiryürek,Sedat Gezmiş,Sadi Ayrıçay,Nuri Güraksın,Hamit Yavuzer,Hakkı Kasil,Cahit Alparmak ve ismini satırlara sığdıramayacağım nice Dadaş ın döktüğü ter ,duvarlarda yankılanan sedaları vardı. 12 mart kurtuluş gecelerinde Erzurumlu ile buluşan Neriman Altındağ,Nezahat Bayram,Bedia Akartürk,Mine koşan,Mustafa Sağyaşar,Yaşar Özel,Güzide Kasacı ve adını sayfalara sığdıramayacağım ses ve söz ustaları ile Müşfik Kenter,Yıldız Kenter,Genco Erkal,Şükran Güngör,Cüneyt ve Ayten Gökcer gibi efsane tiyatrocuların sahnelediği Abdülcambaz,4 kadın,Köroğlu gibi tiyatro eserleri vardı. Erzurumlunun 80 yıl biriktirdiği tüm anılar ve değerler bir gecede yokedildi. Bir gecede kimseye sormadan,yıkılan sadece bir bina değildi,Yıkılan ,hatıraydı,emekti,kültürdü,birikimdi. Şimdi mutlu ve mesutlardır .Yerini dolduramayacağınız değerleri yıkarken birdaha düşünün,uyduruk bir çadırın koyulduğu bir meydanmı,yoksa hepimizin hatıralarının yaşadığı bir kültür merkezimi orda olmalıydı. Bağdat işgal edildiğinde yakılan Kitaplar ve yıkılan kütüphaneler bilim ve sanat yuvaları ile asma kuleleri hiç unutulmamıştır. Erzurumda,bu kültür ve sanat dünyamızın güzel eserini yıkıp Erzurum’a hiçbir şey inşa edemeyen ve sadece yıkıp harabeye çeviren,yıktıklarının yerine inşa ettiği çadırla anılan küçük bir başkanıda asla unutmayacaktır.